Bir haysiyet meselesi
Yurttaşlık hukuku, toplum olma vasfı hızla aşınırken, kabile hukuku ile atomik birey arasında, "haysiyetin" tam olarak nereye kurulacağı; otonominin, saygı görme talebinin nerede mümkün olacağı belirsizleşmiş durumdadır.
Yurttaşlık hukuku, toplum olma vasfı hızla aşınırken, kabile hukuku ile atomik birey arasında, "haysiyetin" tam olarak nereye kurulacağı; otonominin, saygı görme talebinin nerede mümkün olacağı belirsizleşmiş durumdadır.
Ailenin kutsallık halesi sökülürken, sınıfın üstünden atlanmıştır. Bakım emeğinin sosyal politika konusu haline getirilmesi gerekliliği, kadın yoksulluğu ve işsizliğine dönük kamucu politikalar oluşturma ihtiyacı, emeğin cinsiyeli yüzündeki türlü konular ve bu arada iki yüz yıllık “eşit ücret talebi” merkezi temalar haline gelememiştir.
İkinci Cinsiyet, bedenle kültür, bedenle emek ve tarih arasında sürekli etkileşim kurar. Zaten Beauvoir, “özne, beden olarak değil, tabulara, yasalara tabi olan beden olarak kendi bilincine varır ve kendini gerçekleştirir.” diyerek kendisinden çok sonra kullanılacak toplumsal cinsiyet kavramına bereketli bir hat bırakmış olur.
Güncelliği neredeyse hiç eskimemiştir diyebiliriz Kadının Adı Yok’un. Nitekim bugün çocuğunu okula “erkeklerle karşılaşmasın” diye göndermek istemeyen babaların iktidarı ile karşı karşıyayız. Çocukların “cinsel nesneleştirilmesini” doğal bulan, bu yüzden yalıtılması gerektiğine inanan yobazların iktidarı.
Bugünkü yenilgimizin iyimserliğe değil ama tam da o olamadığı için yeni bir umut stratejisine bağlanması kaçınılmazdır. Bu stratejinin tıpkı “bizim duygu evrenimizdeki” dolambaçlı yollar gibi tüm bir yaşamı kuşatması; sandıkla barikat, mahalle ile işyeri, kent ile taşra, kalabalıklar ile yalnızlar arasında yollar bulması gerekir.
Evet bu seçim o seçimdir. Yıllar yılı neoliberal düstur uyarınca siyasal temsil haklarından mahrum edilmişleri, siyasetten men edilmişleri tam da kovuldukları yerde epik bir kahraman gibi ayağa kaldırmak mümkündür.
AKP’yi devireceğiz ama AKP sonrası için de kırmızı çizgileri çekebilme iddiamızı güçlü tutacağız. Bir iktidar perspektifini buradan yaratacağız!
Ya şeriat gibi erkek egemenliğinin en barbar formlarına teslim olacağız ya da eşit yurttaşlığı ve laikliği ikinci yüzyılımızın temeli haline getireceğiz!
“Dayanışma” kavramının aynı zamanda gerçek bir siyasi strateji içine yerleşme imkanı bulduğu oldukça özel bir dönemden geçiyoruz. Zira bu “dayanışma” insani bir refleksin çok ötesinde, “yıkım içinde yıkımdan” başka seçenek sunmayan AKP rejimine karşı “başka bir yaşamın” mümkün olduğunu hatırlatmaktadır.
Sınıf siyaseti ölçeğini, parti-sendika-işyeri üçgeninin ötesine taşımak; yaşam alanlarına, emeğin yeniden üretimi sürecinin türlü katmanlarına uzanmak ve burayı merkezi bir hat içine oturtmak, hiç olmadığı kadar hayati bir noktaya gelmiştir. “Çürük binada oturmak” işçi sınıfının kaderi haline getirilmişse burayı ancak bütünsel bir sınıf siyaseti kuşatabilir.